Özel hayatında yaşadığı skandallar ve ırkçı söylemleri nedeniyle zor günler geçiren Mel Gibson, on yıllık bir aranın ardından "Hacksaw Ridge - Savaş Vadisi" filmi ile yeniden yönetmen koltuğuna oturuyor.
Gerçek bir hayat hikayesini anlatan filmde, İkinci Dünya Savaşı yıllarında Amerika - Japonya savaşı sırasında ( Okinawa Savaşı’nda ) insanları öldürmeyi reddeden vicdani retçi Desmond T. Doss’un sağlıkçı olarak savaşa gönderilmesi ve tek bir kurşun bile sıkmadan 75 askeri kurtarması anlatılıyor. Kahramanlığı sebebiyle Şeref Madalyası ile onurlandırılan Desmond T. Doss, Amerikan tarihinde bu madalyaya layık görülen ilk vicdani retçi olarak tarih sayfalarındaki yerini alıyor.
Filmin, iki farklı bölümden oluştuğunu rahatlıkla söyleyebilirim. Desmond T. Doss'un çocukluk yıllarının, aile ilişkilerinin ve duygusal çalkantılarının anlatıldığı ilk bölüm, daha çok biyografi şeklinde ilerliyor. Savaşa odaklanan ikinci bölüm ise mükemmel görsel efektleri ve tempolu yapısı ile izleyenlerin aklını başından alıyor. Bir iki ufak mantık ve kurgu hatasını saymazsak filmin genel ilerleyişinin başarılı olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. Ancak bazı noktalarda hikaye eksiklikleri de göze çarpmıyor değil. Zira inancı dolayısıyla adam öldürmeme düsturuna sahip olan Desmond T. Doss'un bu inanca nasıl sahip olduğu tam olarak anlatılmıyor. Kısacası dini inanç motivasyonuna tam olarak değinilmemesi bazı şeylerin havada kalmasına neden oluyor düşüncesindeyim. Diğer yandan adam öldürmeye karşı olan bir kişinin savaşa gitmeye bu kadar hevesli olması da bir diğer çelişki olarak karşımıza çıkıyor. Bu durumun da basitçe geçiştirilmesi akıllarda kahramanlık hikayesinin biraz da şişirildiği düşüncesini uyandırıyor. Efsane boksör, rahmetli Muhammed Ali'nin savaş karşıtlığı sebebiyle tüm kariyerini ve yaşantısını riske atması, bu uğurda önceleri hain ilan edilip kariyerinin zirvesindeyken hapse girmesini düşündüğümüzde Desmond T. Doss'un hikayesinin propaganda amacıyla biraz da abartıldığını düşünüyorum. Zira kendisi adam öldürmese de öldürenlere yardımcı olması "bu nasıl vicdani retçilik!" fikrini getirmiyor değil.
Neyse lafı fazla uzattım herhalde. Gelelim oyuncu kadrosuna. Andrew Garfield, Sam Worthington, Hugo Weaving, Rachel Griffiths ve Vince Vaughn gibi önemli isimlerden oluşan oyuncu kadrosu da filmin bir diğer artısı olarak karşımıza çıkıyor. Her ne kadar üst düzey bir performans izlemesek de oyunculukların ortalamanın üstünde olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim.
Sonuç olarak teknik açıdan harika ancak hikaye olarak bazı noktalarda ayakları tam olarak yere basmayan film yine de izlenmeyi hak ediyor düşüncesindeyim. İzleyin; siz bu konu hakkında ne düşüneceksiniz merak ediyor.
0 yorum :
Yorum Gönder